''An Nyeong Ha Se Yo'',yani ''Merhabalar'' Ülkemize çok uzak,ama kalplerimize çok yakındır Seul.Hazin bir savaş oyküsüyle başlayan dostluğumuzun kardeşliğe dönüştüğü bir ülkenin topraklarından...''Türkiye'' adının büyük bir saygıyla anıldığı Güney Kore'nin başkenti Seul'den!!
Buraya doğru yola çıkarken,belkide bu duyguların tesiriyle şaşırtıcı bir ruh hali içerisindeydim.Dünyanın bir ucunda yer alan ,hiç gitmediğim,bilmediğim yabancı bir ülke-kültüre değilde,sanki tanıdık bildik,beni hemen kucaklayacak bir yere geliyordum.Öyle de oldu açıkçası,ayak basar basmaz Seul beni,ben de onu benimsedim.Ve bu şehrin keşfine başlamaya sabırsızlanıyorum!!!
Seul şehir merkezinde nüfus 10 milyonun üzerinde.Çevresindeki yerleşim alanlarınıda kapsayan Seul metropolitan bölgesiyle 24.5 milyon nüfusa ulaşıyor.50 milyonluk Güney Kore'nin yarısı bu bölgede yaşıyor kısacası.
Kalabalığın yanı sıra ilk Doğu'yla Batı'nın güzel harmanı olduğu.Dört bir yanımız göğe yükselen Amerikanvaricam binalarla dolu;sokaklar,teknolojinin nimetleriyle adeta dans pisti gibi;dev led ekranlardaki reklamlar,yazılar gece gündüzrengrenk ışıklar saçıyor.Bir köşe başını döndüğünüzdeyse birdenbire karşınıza egzotik süslerle,rengarenk fenerlerledonatılmış o meşhur kıvrımlı çatılı saraylar,tapınaklar dikiliveriyor.
Mimarideki bu eklektik yapı,aslında birazda mecburiyetten meydana çıkmış;Kore Savaşı'nda şehir yerle bir olmuş çünkü.
Tıpkı mimari gibi,günlük yaşamda gözüme takılan manzaralar da geleneksel yapıyla çağımızın küresel etkilerinin sentezini yansıtıyor.Son derece şık kadınlar ve erkekler,ellerinde marka çantalar,herşeyleriyle son model olarak caddelerde son derece yoğun koşuşturma içerisindeler.
Ama öte yandan ,girdiğim tapınakla,biri mini eteği,diğeri gotik şaç kesimiyle ilgimi çeken iki kız dualar okuyup ,ibadet ediyor.Seul Belediyesi,ingilizce'deki bir kelime oyunundan yararlanarak güzel bir slogan bulmuş bu şehre...''Seoul,Soul of Asia''(Seul Asya'nın Ruhu)yazıyor turistik bölgelerdeki Billboard'larda.Görünüşe bakılırsa,Asya'nın 21'inci yüzyıldaki ruhunu gerçekten deiyi yansıtıyor.
Seul,ortasından geçen Han Nehri'yle ikiye bölünüyor.Şehrin ana meydanındaysa Gwanghwamun.Burada daha çok idari yapılar yer alıyor,Avrupa'nın şehir merkezlerindeki gibi kafeler,restoranlar ya da dükkanlarla çevrili değil.Ama burada kore tarihi için önem arz eden iki önemli figürün dev heykeli bulunuyor.Biri Kral Sejong'a ait.
1500'lü yıllarda yaşamış olan Kral Sejong,Kore alfabesini hazırlamış;astronomi,bilim,sanat,müzik ve askeri alanlarda birçok çalışma ve icada imza atmış.Diğer heykel ise amiral Yi Sanshin'in.1400'lerde Japon işgaline karşı savaşmış bir kahraman.''Japonların korkulu rüyası'' olarak adlandırılıyor;23 savaşa katılmış ve hiçbirini kaybetmemiş.
Size mutlaka bahsetmem gereken bir başka yer de Changdeokgung Sarayı.Uzakdoğu saraylarının tüm ihtişamını yansıtmasını bir yana bırakıyorum;buraya heyecan ve merak içinde gelmemi sağlayan neden efsanevi bir kapı...Sarayın ''Gizli Bahçe'' adı verilen bir bölümü var;eskiden kral ve ailesinin dinlendiğiyermiş burası.
Bu ''Gizli bahçe'nin içindeyse taş bir kapı kemeri bulunuyor;peşinde olduğum mistik yer o işte! Yanımdaki yetkili,üzerindeki yazının önemini istercesine harfleri tek tek göstererek okuyor bana:''Bullomun'' diyor,yani ''Yaşlılık yok'' Bir nevi ''Gençlik Kapısı'' burası ve Koreliler bu kemerin altından geçen herkesi daima genç ve dinç kalacağına inanıyor.''İnsanlık için küçük,benim için büyük bir adım!''diyerek geçiyorum altından,sonucu zaman gösterecek elbet.Ancak Korelilerin ya hepsi bu kapıdan geçmiş olmalı ya da buldukları başka bir gençlik iksiri var;zira,bazen kim orta yaşlı,kim geç ayırt etmek zor! 20'li yaşlarında sandığınız güzel kız 40'larındaki bir kadın çıkabilir,''En fazla 25'tir'' dediğiniz delikanlı35 yaşında olabilir!
''Ne yiyorsan o'sundur'' diye meşhur bir laf vardır hani.Korelilerin gençlik sırrı,yediklerinde içtiklerinde gizli belki.Sadece güzel ve kırışıksız ciltleri yok,kilo problemi de yaşamadıkları aşikar.
Sokakta aşırı kiloluyu geçin topluca birilerini görmek bile zor.Genci,yaşlısı iki dirhem bir çekirdek maşallah.Öyle olması da doğal;çünkü gayet sağlıklı besleniyorlar.Mutfakları sebze ağırlıklı.Prinç de çokça kullanılıyor elbette,ama bizdeki gibi tereyağlı tuzlu pilav yapmıyorlar mesela;buhrda pişirilen tuzsuz,yağsız bir pilav yedikleri.Ekmek hiç yok neredeyseEkmek yemediği için doymadığını iddia eden arkadaşıma,''Ekmek bulamıyorsan pasta ye''diye espiri yapıyorum,ama pasta bulması da kolay değil aslında;Seul'ün köşe başları börekçi çörekçi,pastane dolu değil bizdeki gibi.
Bıçak getirilmiyor mesela masaya.Çünkü her şey ağızınıza çatalla atabileceğiniz küçük parçalar şeklinde.Bazen de makas gelebiliyor,et filan varsa onları kesebilmek için.Bu mutfağın baş tacıysa ''kimchi'' adında,mayalanarak yapılan bir sebze yemeği.Yemekten çok acılı lahana turşusuna benziyor bence,ama yaklaşık 200 çeşidi olduğu için belki benim yediğim öyledir.Koreliler bu lezzeti çok ama çok seviyor,sabah kahvaltıdan tutungünün her saatinde yeniliyor.Seul'de Kimchi Müzesi bile var....
Seul ,adeta bir alışveriş cenneti.Kadınlar ve erkekler için de üstelik;çünkü burada,hem tekstil hem de elektronikbize göre çok ucuz.Burada bazı alışveriş merkezleri sabahın 3'une 4'une kadar açık.Uyku dolu gözlerle yorgun ayaklarımı sürükleye sürükleyeyedi katlı mağazada sabah'ın 4'unde hediyelik eşyalar arasında kendimi kaybettiğim güzel anlarıda hiç unutmayacağım.
Güney Kore'de,2005 yılında yapılan bir araştırmaya göre,nufüsun yüzde 46'sı herhangibir dine bağlı olmadığını beyan etmiş.Bu,beni şaşırtan bir bilgi açıkçası.Çünkü Uzakdoğu'nun pek çok yerinde olduğu gibi burada da en yaygın din Budizm sanıyordum.
Mutlaka buraları gezin...Changdeokgung Sarayı,Svaş müzesi,İnsodong,Jogyesa tapınagı,namsan kulesi...
Annyonghi Gaseyo!!! Hoşakalın:))
ÇİGDEM CEYLAN...
No comments:
Post a Comment